Çok eski bir zamanda bir adam gemiye binerek deniz yolculuğuna başlar. Gemi, denizin ortasına vardığında şiddetli bir fırtınaya yakalanır ve gemi parçalanarak tüm yolcuları boğulur. Sadece bir kişi, tahta parçasına tutunarak hayatta kalır. Yarı baygın halde tahta parçasına tutunan kişi, rüzgârın etkisiyle bir sahile kadar sürüklenir.
Bu kişi kendine geldiğinde, aç ve susuzluğunu gidermek için kara parçasının içlerine doğru yola koyulur. Bir müddet ilerledikten sonra karşısına bir şehrin ana kapısı çıkar. Şehrin ana kapısında erkekli kadınlı büyük bir halkın toplanmış halde görür. Toplanan kalabalık sanki birisini veya birilerini beklemektedir. Kayıp kişi onlara doğru bir umutla ilerlemeye başlar, lakin görür ki kalabalıkta kendisini karşılamak için ona doğru gelmektedir.
Kayıp kişi kalabalığa vardığında, insanların etrafını sararak kendisine tazimde bulunduğunu şaşırmış vaziyette izler. Tanzimde bulunan halk, ona padişahlık kaftanını giydirirler ve saltanat tacını başına koyarak, onu hükümet sarayına götürüp tahta oturturlar.
Bir müddet ilerledikten sonra karşısına bir şehrin ana kapısı çıkar. Şehrin ana kapısında erkekli kadınlı büyük bir halkın toplanmış halde görür. Toplanan kalabalık sanki birisini veya birilerini beklemektedir. Kayıp kişi onlara doğru bir umutla ilerlemeye başlar, lakin görür ki kalabalıkta kendisini karşılamak için ona doğru gelmektedir.
Kayıp kişi kalabalığa vardığında, insanların etrafını sararak kendisine tazimde bulunduğunu şaşırmış vaziyette izler. Tanzimde bulunan halk, ona padişahlık kaftanını giydirirler ve saltanat tacını başına koyarak, onu hükümet sarayına götürüp tahta oturturlar.
İleri gelenler, büyükler, askerler ve vatandaşlar olmak üzere tüm halk ona itaat ettiler ve saltanat hazinesinin anahtarını ona verdiler. Kayıp kişi, tüm bu olanlar karşısında şaşırmış ve hayretler içinde kalmıştı. Vezirleri arasından yaşlı ve akıllı biriyle dostluk kurmaya karar verir. Onunla dostluk kurarak sırlarını paylaşır ve onunla yakınlaşır. Bir gün ona dönerek şöyle der:
-Ey akıllı ve dost vezirim. Beni seçerek saltanat tahtına oturtmanın hikâyesi ve hikmeti nedir?
Vezir şu yanıtı verir:
-Efendim! Bu memlekette uzun bir müddet zalim sultanlar hüküm sürdü ve her sultan kendinden önceki sultandan daha zalimdi. Bu nedenle halk, karar alarak her yılbaşında şehrin kapısına giderek, karşılaştıkları ilk kişiyi saltanat tahtına oturtmaktadır ve bir yıl hüküm sürdükten sonra onu tahttan indirip, denizin ortasına götürerek onu denize atar. Ertesi gün tekrar şehrin ana kapısına giderek, yeni birisinin gelmesini beklerler. Yeni birini bulduklarında tekrar onu saltanat tahtına oturturlar. Bu, şehir halkının âdetidir.
Padişah vezirine dönerek şöyle der:
-Bu durum karşısında sana göre ben ne yapmalıyım? Birkaç ay sonra hiçbir taksir ve günahım olmadan denize atılacağım. Bundan kurtulmanın yolu nedir?
Vezir:
-Bunun çözümü şudur: Emir verin denizin ortasında yer alan adalarının birinde sizin için bir saray yapsınlar. Yaşamınız için lazım olan her şeyi orada hazır etsinler. Bir düzen kurup ve denizde kayıklarla birlikte birkaç kişiyi ayarlayın. Sizi denize attıklarında, onlar gelip sizi kurtarsınlar ve kayıklarla sizi adanıza götürsünler ve siz de bu adada her daim selamet ve hoşnutlukla yaşayın.
Padişah bu sözleri duyduktan sonra mutlu oldu ve akıllı vezirine teşekkür etti. Vezirin önerdiği gibi de yaptı.
Dünya hayatı aynı bu şekildedir. Melekler Allah’ın emri ile insana secde ettiler ve onu efendilik tahtına oturttular. İnsan, bu dünyada birkaç yıl yaşıyor ve bir süre sonra da bu dünyadan gidecek ve her neyi varsa diğerlerine kalacak. O zaman insan, ölümünden sonra saadetli ve mutlu bir hayat için güzel amelleriyle kendisine güzel saray ve mekan inşa etmelidir, ki oradaki ebedi hayatında saadet ve hoşnutlukla yaşasın.1
Muhammed Gulami, Dastanhay-i Hikmetamuz, s.20