İki kardeş, kendilerine ait ortak bir tarlada çalışıyorlardı. Bu iki kardeşten biri evlenmiş, diğeri ise hala bekardı.
Bu iki kardeş, akşam olduğunda gün boyunca çalışıp çabalamalarıyla elde ettiği ürünleri ikiye ayırıp bölüşürlerdi. Bir gün bekar olan kardeş düşünüp kendi kendine şöyle dedi: Biz her şeyi ikiye bölüyoruz, bu doğru değil. Ben bekar biriyim ve fazla bir giderim yok, ama kardeşim bir aileye sahip ve onların geçimini sağlamak zorunda.
Bu yüzden bir akşam, kendi ambarından bir çuval buğday sırtlanıp, gizlice evli kardeşinin ambarına götürdü ve onun buğdayının üzerine döktü.
Aynı şekilde, evlenmiş kardeşi ise kendi kendine düşünüp şöyle diyordu: Biz her şeyi ikiye bölüyoruz, bu doğru değil. Ben evlenip düzen kurdum, ama kardeşim hala bekar ve geleceğini temin etmeli.
Bu yüzden bir akşam, kendi ambarından bir çuval buğday sırtlanıp, gizlice bekar kardeşinin ambarına götürdü ve onun buğdayının üzerine döktü.
Yıllar geçtikçe her iki kardeş şaşkınlık yaşıyordu. Bu kadar zaman geçmesine rağmen, neden hala ikisinin de ambarındaki buğday aynı seviyedeydi? Bu kadar tüketilmesine rağmen neden hala azalmıyordu, ambar her zaman dolu kalıyordu?
Bir gün karanlık bir gecede yine iki kardeş birbirinden habersiz yine bir çuval buğdayı sırtlanıp, kardeşinin ambarına götürmekteydi. Onları güzel yaratan Allah, bu karanlık gecede sırtlarındaki buğday çuvalıyla onları karşılaştırdı. Birbirlerine bir müddet bakakaldılar. Sonra bir tek kelime bir etmeden, buğday torbalarını sırtlarından yere bırakıp, birbirlerine sarıldılar.
Anlamışlardı; bu kadar zamandır üzerlerindeki bu bereket, işte bu güzel davranışlarından kaynaklanıyordu. Birbirlerini düşünmeleri ve birbirlerine muhabbet beslemeleri onların mallarına ve hayatlarına bereket katmıştı.