Günlerden bir gün fakir ve yardıma muhtaç birisi yaşlı bir arifin yanına giderek, ondan sıkıntılarının düzelmesi ve işlerinin açılması için bir zikir talep etti.
Arif bu fakir kişiye Ya Allah! zikrini öğretti ve şöyle söyledi:
-Bu zikri her gün 100 kere söyle.
Fakir kişi bu zikri söylemeye başladığından itibaren her gün daha da fakirleşmeye, daha da perişan olmaya ve sıkıntıları çoğalmaya başladı. Yine böyle bir durumda yaşlı arifin yanına gelerek durumunu ona bildirdi. Yaşlı arif, bu kişinin yanına her geldiğinde zikrin sayısını çoğaltıyordu veya iki katı söylemesini tavsiye ediyordu.
Sonunda iş o duruma vardı ki, bu fakir kişi sıkıntılardan ve perişanlıktan dolayı şehri terk etti ve çölün ortasında bir kervansaraya sığındı. Şans bu ya sığındığı kervansaray hırsız ve haramilerin mekanıydı, kervanlardan soydukları malları buraya getirip saklıyorlardı. Bu kişi kervansaraya sığındığında hırsızlar onun devlet tarafından görevlendirilmiş bir casus olduğunu sandılar ve onu yakalayıp öldürmek üzere kervansarayın bir sütununa bağladılar. Bu biçare kişi korku ve ümitsizlikten dolayı herkesten ümidini kesmiş, sadece Allah’tan yardım isteyerek tüm gücüyle feryat edip Ya Allah! diye bağırıyordu.
Bu biçare kişinin yüksek sesi, yakınlardan geçen devlet askerlerinin dikkatini çekti. Askerler, kervansaraya geldikten sonra durumu anlayarak hırsızları yakaladı. Bu kişiyi de kurtardılar ve hakimin emriyle onu kervansarayın, o bölgedeki ticaret yollarının ve köylerin memuriyetine atadılar. Hırsızlardan elde edilen malları da kullanması için onun emrine verdiler.
Bu perişan ve fakir kişinin hali bir anda güzelmiş hatta servet sahibi olmuştu.
Birkaç yıl sonra bu kişi, yaşlı arifin yanına gitti ve başından geçen tüm olayı ayrıntısıyla ona anlattı. Yaşlı arif tüm olayı dinledikten sonra ona doğru dönerek şöyle dedi:
-Ben daha ilk başta, o en son dediğin Ya Allah’ı istemiştim senden ve oysa ki geri kalanı sadece dilin laklakasıydı. Gördün mü ihlâsla söylenmiş sadece bir Ya Allah! nasıl da yardımına yetişti.
Eğer tüm hepsini, aynı bu sonuncu gibi söylemiş olsaydın neler olurdu!
S.155